l--TUNCELİ---DERSİM---MAMiKİ---lWwW.Plaka62.TR.GG---l
  Kültür Detaylari
 

Kültürel, Etnografik ve Folklorik Kaynaklar

Tunceli’de sosyal ve kültürel yaşamın şekillenmesinde, yörenin tarihsel ve toplumsal evrimine bağlı gelişmeler ile doğa koşullarına bağlı ekonomik faaliyetler belirleyici olmuştur.

İlde tarım topraklarının kısıtlı olması nedeniyle hayvancılığın daha çok gelişmesi, yazın yaylalara çıkıp, kışın köye dönmek biçiminde göçebe bir yaşamı da beraberinde getirmiştir. Hayvancılık, yörede geleneksel el sanatları arasında halı,kilim,cicim ve palaz dokumacılığının daha çok gelişmesini sağlamıştır.

1960’lı yıllarda ekonomik ve sosyal nedenlerle hız kazanan göç olgusu, değerlerin değişmesinde önemli bir etken olmuştur. İl merkezine ve dışarı illere yönelen göç sürecinde güçlü aile bağları korunsa da aşiret düzeni çözülmeye başlamıştır. Göçün yanı sıra, eğitim gören genç kuşakların da sosyal yapının gelişmesinde ve töresel yapının çözülmesinde önemli katkıları olmuştur. Tunceli yöresinde toplumsal yardımlaşma kurumu olarak da önemli olan kirvelik, geleneksel yaşamın ayakta duran kurumlarından biridir.

Halk Müziği, Halk Oyunları, Yöresel Halk Edebiyatı

İlde toplumsal yaşamı biçimlendiren kültürel çeşitlilik, geleneksel aşiret yapısı, doğa ve iklim koşullarından kaynaklanan çok zengin bir saz ve oyun kültürü vardır. Merkez, Hozat ve Ovacık yörelerinden derlenen ezgiler, Sivas aşıklamalarıyla büyük bir benzerlik gösterir. Pertekli kemane Süleyman Kaya ve Hozat’lı İsmail Okur’dan derlenen iki sesli ezgiler ilginçtir. Seyyit ve sazbent denilen aşıklar bağlamalarıyla Hatai, Nesimi, Pir Sultan Abdal, Harabi, Virani, Sefil Sıtkı gibi aşıkların deyişlerini çalar ve söylerler. Köroğlu koçaklamaları, Kerem’den divan ve türküler okurlar.

Yörede savaş ve ölüm olaylarının arkasından ağıt yakma geleneği yaygındır. Yöre yaşamından kesitlerin yansıdığı manilerde daha çok sevdalar ve ayrılıklar konu edilir. Tunceli’deki yöre söylencelerinde ise doğa ve dinsel öğelerin egemen olduğu görülmektedir.

Çevre yörelerde oynanan seyirlik oyunların benzerlerinin yanında sadece bu yöreye özgü geleneksel yapıdan, yaşama ve üretme biçiminden, köy-kent ayrılığından kaynaklanan pek çok ilginç seyirlik oyunlar da bulunmaktadır.

Yörede kara düzen, bağlama düzeni, bulgari düzeni ve şarkı düzeni olmak üzere 4 ayrı düzen saptanmıştır. Tunceli’de bağlama tezene ya da el ile çalınmaktadır. Parmakla çalmaya ‘Şelpe’ ile çalmak denilmektedir. Genellikle cura bağlamalar şelpe ile çalınır.

Yörede kullanılan halk müziği araçları arasında en yaygın olanlar, tezeneli sazlardan bağlama, iki telli cura ve yakın zamanlarda tanbura; yaylı sazlardan kemane, üflemelilerden zurna, dilli-dilsiz kavallar, çoban düdükleri ve çığırtma; vurmalılardan davul ve tef’tir.

Yörede düğünlerde, bayramlarda ve özel günlerde oynanan pek çok oyun vardır. Geleneksel oyunlar arasında ‘Halay’ çok yaygındır. Oyunlar, davul-zurna ya da keman, kemençe, cümbüş eşliğinde oynanır. Halayları kadın-erkek ayrı ya da beraber oynar. Alevi köylerinde Sivas ve Tokat semahlarına benzer ezgiler görülür. Semahlar halay biçiminde oynanmaktadır. Tunceli ve Çemişgezek’te düğün alayının önünde kılıç-kalkan oyunu oynanır.

Yörede halk edebiyatı ve halk şiiri ürünlerinin çoğu günümüze kadar ulaşmamıştır. Bu konuda kapsamlı bir araştırma da günümüze kadar yapılmadığından halk edebiyatı ve halk şiirleri üzerine bilgiler oldukça zayıftır.

Tunceli yöresinde geleneksel yaşamın gereği olarak uzun kış gecelerinde yapılan toplantılarda, eğlencelerde, tarlada, çeşme başında ya da düğünlerde mani söyleme geleneği canlılığını korumaktadır.Daha çok sevdaları ve ayrılıkları konu alan manilere, yöre yaşamından kesitler de yansımıştır.

Tunceli’deki yöre efsanelerinde ise doğa ve dinsel öğelerin egemen olduğu görülmektedir. Yöre söylencelerinin en bilineni, Munzur Baba Efsanesi’dir.Süpürgeç Dağı ile Karadağ ve adı bir dostluk simgesi olarak günümüzde de yaşayan Süpürgeç Baba, söylencelere konu olmuştur.

Munzur Baba Efsanesi

Zamanın birinde bir pir varmış, onun da bir tek kızı. Kızı bir gün ölür. Dede birkaç gün üst üste kızını rüyasında görür. Kızı, “Baba” der “Benim mezarımı aç. Bende bir emanet var onu al.” Dede gördüğü rüyayı taliplerine anlatır. Bunun üzerine karar verilip mezar açılır. Kızın tabutunun içerisinde beşiğe benzer bir şeyin içerisinde bir çocuk şahadet parmağını emmektedir. Çocuğu oradan alırlar. Dede rüyasında tekrar görür kızını. Kız, rüyasında babasına, “Çocuğun adını ‘Munzur’ bırakın.” der.

Gel zaman git zaman Munzur, yedi yaşına gelir ve Tunceli’nin Ovacık İlçesine bağlı Koyungölü civarında yaşayan bir ağanın koyunlarını gütmek için yanında çobanlık yapmaya başlar.

Munzur’un ağası hac zamanı geldiği için hacca gitmiş. Ağasının hacda olduğu bir gün Munzur ağanın hanımının yanına gelir ve;
-Hanımım, ağamın canı sıcak helva ister. Helvayı yaparsan ben kendisine götürürüm, der.

Ağanın hanımı önce şaşırır, sonra herhalde zavallı çobanın canı helva yemek istiyor, doğrudan söylemeye dili varmıyor, utanıyordur. Ağasını da bahane ediyor. Kendisine bir helva yapayım da yesin, der. Helvayı pişirir, bir bohçanın içine bağlar ve Munzur’a;
-Al evladım götür, der.

O sırada ağa hacda namaz kılmaktadır. Namaz sırasında sağa selam verirken bir de bakar ki sağ yanında elinde bir bohça ile Munzur dikilmiş duruyor. Namazını bitirip Munzur’a;
-Hoş geldin evladım, burada ne arıyorsun? Nedir o elindeki? der. Munzur’da;
Ağam canın sıcak helva istemişti, onu sana getirdim, der.

Elindeki bohçayı ağasına uzatır. Ağası bohçayı açar ve bakar ki içinde sıcacık helva paketlenmiş duruyor. Ağa hayretler içinde Munzur’a bir şeyler söylemek için başını çevirdiğinde bir de bakar ki Munzur yanında yok.

Ağa hac görevini tamamlayıp köyüne döndüğünde komşuları herkes elinde bir hediye ile hacıyı karşılamaya giderler.Munzur’da götürecek başka bir hediyesi olmadığından bir çanağın içerisine koyunlarından bir miktar süt sağar ve bununla ağasını karşılamaya gider.

Ağa Munzur’u görünce yanındakilere;
-Asıl hacı Munzur’dur. Öpülecek el varsa Munzur’un elidir. Önce ben öpeceğim der ve Munzur’a doğru koşar.

Munzur bu konuşmaları duyduğunda;
-Aman ağam Allah aşkına. Böyle bir şey olmaz. Ben yıllarca senin ekmeğinle, aşınla büyüdüm. Sen nasıl benim elimi öpersin. Ben sana elimi öptürmem, der ve kaçmaya başlar.

Munzur önde ağa ve yanındakiler arkasında bir kovalamaca başlar.

Şimdiki Munzur ırmağının çıktığı ilk yere geldikleri zaman Munzur’un elindeki süt dolu çanak dökülür ve sütün döküldüğü yerde, süt gibi bembeyaz bir su fışkırır. Munzur kırk adım daha atar. Fışkıran bu sulardan bir ırmak meydana gelir. Munzur’un arkasından koşanlar bu ırmaktan öteye geçemezler. Munzur da bu dağlarda kaybolur gider.

Yöre halkının efsaneleştirdiği Munzur ile, Tanrının varlıklı ve sözü geçen kişiler yanında bir çobanın da keramet sahibi olabileceğini, çoban olsa bile Tanrının sevgisine mahzar olabilecek temiz yürekli, imanlı insan olabileceği belirtilmekte, Munzur’u bu inançla efsaneleştirmektedirler.

 

Düzgün Baba Efsanesi

Şah Haydar Seyyid Mahmud-i Hayrani’nin oğludur. Zeve yakınlarında bulunan Zargovit tepesinde hayvanlarını otlatmak için bir ev yapar. Burada hayvanlarıyla meşgul olur.

Kışın zemherisinde keçilerinin gayet güzel beslendiklerini gören Seyyid Mahmud-i Hayrani “Acaba Şah Haydar bu kışın ortasında bu hayvanlara ne yediriyor ki hayvanlar bu kadar güzel besleniyorlar.” Diye merak eder ve Şah Haydar ile hayvanların bulunduğu yere gider. Bir de bakar ki Şah Haydar elindeki çubuğu hangi meşe ağacına değdiriyorsa o ağaç hemen yeşeriyor. Taze filizlerle süsleniyor, keçiler de bu filizlerden yiyerek besleniyorlar.

Seyyid Mahmud-i Hayrani bu durumu görünce sesini çıkarmadan geri dönmek ister. Ancak o sırada bir keçi, birkaç kez üst üste hapşırır. Şah Haydar ne oldu babam Derviş Mahmud’umu gördün ki bu kadar hapşırırsın, der ve arkasına baktığında babasının kendisine görünmeden gitmek istediğini görür.

Babasına bizzat ismi ile hitap ettiği için mahcup olur. Mahcubiyetinden kaçıp halen Düzgün Baba Dağı olarak söylenen bir tepeye çıkar ve burada mekan tutar. Rivayet olunur ki Şah Haydar babasına ismen hitap ettiği için mahcubiyetinden ötürü kaçtığı zaman ayağında kışın karda giyilen hedik veya leken varmış. Bu hediklerle Zargovit’ten Düzgün Baba tepesine kadar (Takriben 5 Km.) üç adım atmış, bastığı her yerde hedikler taşa iz bırakmıştır. Bu izler hala durmaktadır.

Şah Haydar bir iki gün eve gelmeyince annesi endişelenir. Durumunu öğrenmesi için Şah Haydar’ın babasına rica eder. O da yanındaki müritlerine “Gidin bakın bakalım bizim Şah Haydar ne alemde?” der.

Müritlerden birkaç kişi 2500 metre yükseklikteki dağın tepesine çıkıp Şah Haydar ile görüşürler. Durumunun iyi olduğunu ve herhangi bir sorununun olmadığını öğrenerek tekrar Zeve’ye dönerler. Seyyid Mahmud-i Hayrani’ye, Şah Haydar’ın durumu düzgündü, merak edilecek herhangi bir şey yoktur. Selam ve hürmet eder ellerinizden öper derler.

Bu işi düzgündür sözü dilden dile dolaşır ve asıl adı Şah Haydar olan bu zata artık bir süre sonra Düzgün Baba olarak bir isim atfedilir. O günden, bugüne Düzgün Baba olarak söylenir.

 

 
  Bugün 7 ziyaretçi burdaydı... Louisiana Jones Act
Louisiana Jones Act Counter
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol